ÇUKUROVA VE TOROSDAĞLARINA ŞÖYLE BİR BAK !
-Çukurova tarih boyunca çıkar kavgalarının sürdüğü bir coğrafyadır.
-Dünyanın en verimli toprakları Çukurovadadır.
-Çukurovanın verimliliği 1923 yılında Atatürk’a “Hüdayı nabit” sözleri ile açıklandı. Havaya bastonu atarsın toprağa düşer ve yeşerir anlamına da gelir.
Yüce yaratan dünyayı özenle yarattı ve zaman içinde önemli gelişmeler oldu. Bahsedilen dünyanın varoluşundan itibaren geçen 5 milyar yılın kısa hikayesidir. Dağlar, denizler, ırmaklar, ovalar, canlılar ve yaratılışın son zaman diliminde de insanoğlunun dünyamızda yer alması olayı. Arkeoloji ve tarih bilimi insanoğlunun son 10 bin yıl içindeki uğraşılarından bahseder. İnsanların bir araya gelmesi, köy ve şehir kurması…Sonra bencil çıkarlar uğruna birbiri ile kavga etmesi…Kavgaların büyüyerek savaşa dönüşmesi gibi. Ve sonra bütün canlılar gibi insanoğlunun da dünyamızdan ebediyen göç etmesi… Geride kalanlar ise anlatılan hikayeler, bazen bir ağıt veya türkü…Bazen da geriye kalan izler, adına höyük veya ören yeri denilen.
Çukurovayı anlatabilmek için
Çukurova coğrafyasında yaşamak havasını suyunu, insanların durumunu bilmek gerekir. Yeryüzü coğrafyasının insan yaşamasına elverişli en güzel yeridir Çukurova. Torosdağlarından süzülerek gelen Ceyhan, Seyhan, Berdan ırmaklarının sürükleyerek getirdiği topraklar Çukurovayı dünyanın en verimli yerlerinden yapmıştır. Aynı anda dört mevsimin yaşandığı bir yerdir Çukurova…Deniz kıyısında ılıman ve sıcak havayı teneffüs edenler için 70-80 km sonrasında Torosdağlarının karlarla kaplı serin yaylaları veya köylerine ulaşmak mümkündür. Anlatacaklarımız Çukurova’da onu çevreleyen Torosdağları ile birlikte bu coğrafyada yaşayan insanların bir garip hikayesidir.
Belki de unutulan veya belge veya dosya denilen örtüler içinde veya toprak altında saklı kalan.
Mustafa Kemal, Mart 1923 tarihi içinde Adana’ya geldiğinde etrafında bulunan insanlardan Adanayı ve Çukurovayı en güzel anlatacak sözler duymak ister. Ve o gezi esnasında “Çukurova o kadar verimlidir ki bastonu at, düştüğü yerde filiz verir, yeşerir sonra da ürüne dönüşür HÜDA-YI NABİT MİSALİ”…Burada bahsi geçen” Hüda-yı Nabit “ sözleri Allah vergisi bitkiler anlamına da gelir. Torosdağlarının yüksekçe bir yerinde bulunan Kadirli’nin Çıtırıklı-Katıralanı yaylasında kayalardan kopan taş parçaları üzerinde buğday, arpa fosillerinin bulunması buralarda bir zamanlar yetişen ürünlerden geriye kalanlardır.
Çukurova’nın da bulunduğu yerler günümüzden 20-25 milyon sene öncesinde deniz altında idi. Toprak hareketlendi yükselmeye başladı. Ve Torosdağları oluştu. Torosdağları bir “ana” Çukurova ise onun kucağındaki çocuğu gibidir. Günümüzden 2 bin sene öncesi Romalılar zamanında “Torosdağları” ismi verilmişti. “Toros” kaplan, arslan hatta boğa anlamlarına da geliyordu. Türkler 11. Yüzyılda bölgeye geldiklerinde Torosdağlarının ismine “BOĞA DAĞLARI” adını vermişlerdi. Zaman içinde BOĞA Dağları ismi unutuldu, sadece Torosdağlarının batı yönünde Maraş ile Sivas arasındaki BİNBOĞA ismiyle yaşamaya devam etti.
Bir de Kadirli’nin Savrun kıyısındaki BİNBOĞA höyük veya ören yerinin ismi olarak hatırlandı.Romalıların ünlü hatip ve aynı zamanda kısa bir süre Kilikya Valisi olarak da görev yapan ÇİÇERO, dostlarına yazdığı mektuplarda Kilikya dağlarında yaşayan vahşi kaplardan bahsetti.
Onun verdiği bilgiler üzerine “Kilikya kaplanı” sözcüğü bilimsel kaynaklarda da yerini aldı. Torosdağlarında 1950’li yıllara gelinceye kadar Kaplan yaşıyordu. Kadirli’nin Elmalı Kayseri yaylasında Çatal Ali adındaki bir köylü erkek ve dişi iki kaplanın peşine düşmüş ve onları tüfeği ile de vurmuştu. Çatal Ali yıllar sonra ölüm döşeğinde iken yakınlarına “Gözümün önüne o vurduğum ana kaplan geliyor, keşke vurmasaydım” itirafında bulunur. O tarihten sonra Torosdağlarında kaplan nesli sona erdi. Sadece “Kaplan deresi, kaplan koyağı” gibi yer isimleri kaldı. İnsanoğlu, kendi bencil çıkarları için nice hayvan ve kuş türlerini yok etmişti, Çukurova ve Torosdağları da bundan fazlası ile nasibini aldı.
Adana Valilerinin 1870’li yıllardan itibaren yayınladıkları Yıllık (Salname) kitaplarına ek olarak konulan haritalarda Pozantı ile Tarsus’un dağlık bölgesine BOĞA DAĞI adı verilmişti ve o yörenin bir başka ismi de BULGAR DAĞLARI idi. Türkiye Devletinin kurucu önderi Atatürk, bir Çukurova gezisi esnasında Bulgar dağları isminin resmi belgelerde ve haritalarda kullanıldığının farkına vardı.
Bir zamanlar (Bizans döneminde) Bulgar asıllı Türklerin bu yöreye yerleştiği ve o ismin orada onların hatırası olarak kaldığı görüşlerinden hareketle Bulgaristan Devlet yöneticilerine mesaj göndererek aynı kökten (soydan) geldiğimizi bunun da en iyi kanıtının Torosdağlarının bir bölümünün Bulgar dağı adıyla bilindiği masajını verdi.
İşbaşındaki Bulgar yöneticileri ve resmi tarihçileri Atatürk’ün bu görüşlerini kabul etmediler. Atatürk de kızgınlık içinde Bulgar dağları ismini değiştirerek “BOLKAR DAĞI”na çevirdi.