SİBİRYA’DA KAM ZAMANI
Dünyanın 99 haline tanıklık eden, Yoleri Gezgin Derviş’in içsel yolculuğu sürüyor…
Sibirya’da yaptığım 10 bin kilometre uzunluğundaki tren, otobüs ve otomobil yolcuğum ardından; Tuva’nın Başkenti Kızıl’daki akrabalarımın konuksever sunumları; üç hafta süren yol yorgunluğumu giderdi…
Şimdi sıra, Düngür Şaman Derneği yöneticilerinin, Sayan Dağı yamacında ve Yenisey Irmağı kıyısında yaptıkları ateşli kam dansına-zikirine, benim de eşlik etmem ve onların dans ve zikirlerinin belgeselini çekmem için; içsel bir yolculuğun ilk adımı, araka ve kımız eşliğinde taçlandırıldı…
Düngür Şamanlar Birliği Reisi Monguş Kenin’in dediğine göre: “Kutsal kitabı, peygamberi ve ibadethanesi olmadığı gibi; aslında din bile olmayan, zengin bir kültürel miras ve yaşam tarzı olan, Anaerkil ilişkinin ve doğayla barışık insanca yaşamın sigortasıdır Şamanizm. Gök Tanrı Umay’a yakarıştır…”
Sibirya’nın Şambala, Belovodya, Tuva, Hakasya, Altay, Baykal, Yakut ve Beluka bölgesinde (baskılarla bunların bir kısmı Lamaizm, Budizm (Pakşı), İslam (Baksı) ve Ortadoks inancını benimsedi). Kafkasya, Dağıstan, Başkordistan, Tataristan ve Asya’daki Türk Dünyası akraba topluluklarından farklı olarak; özellikle Doğu Sibirya’da Yakutistan ve Tuva Türkleri, her dönemde yapılan tüm baskılara karşın; Kam (Şaman) Kültürlerini ve geleneksel yaşam tarzlarını korudular. Ruh ve akıl hastalarının şifa tedavisi için, rehabilitasyon merkezi gibi görev yapan pek çok Şaman köyü; Altay, Yakut, Kuznetsk, Beluka ve Kızıl’da yaşayan Asya Türklerinin Kutsal Şamanı Gök Tanrı Umay’ın söylediği şu beş nitelik, insan, doğa ve çevre dostu olan Kamlar için, tüm bu saydıklarımızı özetliyor: “DOĞRULUK, GÜZELLİK, SAĞLIK, MUTLULUK VE AYDINLIK.”
Atlantis-Mu, Sümer, İnka, Astek, Maya, Tengri, Kızılderili, Aborjin, İndian, Vizigot, Viking, Zerdüşt, Sambuşman, Tuareg, Berberi gibi kaybolan kültürlerin, ortak mayasıdır Şamanizm… Güney, Kuzey ve Orta Asya’da, Alaska, Amerika’da, Afrika’da; Balkanlarda, Kuzey Avrupa’da, Kafkaslarda, Ortadoğu’da ve Anadolu’nun pek çok yöresindeki etnik halklar, Terekemeler, Yörükler ve Alevi-Bektaşi inancını yaşatan kültürlerin ortak paydasıdır Şamanizm…
Kızıl Müze Müdürü bayanın konuksever sunumu ve kültürlerini tanıtımı yanı sıra; beni Lopsan beyle, Tuvalı şair kızlarla ve santçılarla tanıştırdığı için, kendisine sonsuz teşekkür borçluyum… Tuvalı Şaman Şair Monguş Kenin Lopsan’ın (88 yaşında) Genel Başkanı olduğu, merkezi Başkent Kızıl’da bulunan; “Düngür Dünya Şamanlar Birliği Genel Merkezi”indeyiz… Sayın Lopsan ile çalışma yerinde yaptığım özel görüşmede (imzalı ve mühürlü bir belge ile, kitaplarının Türkçe yayın haklarını bana vermesi, beni “Düngür Şamanlar Birliği Anadolu Temsilcisi” atama belgesi imza töreni) ve özel röportajım ardından, rehber arkadaşımla birlikte, belgesel çekim yapmak için, derneğin Şifa Evine gittik… Tuvalı sanatçı ve şair dostlarla yemekte yapılan sohbet sonrası, tekrar yola koyuldum. Tuva’nın başkenti Kızıl Kentine gelişimin üçüncü günü, Petersburg Üniversitesi Öğretim üyesi, Psikiyatri Bölüm Başkanı olan Şaman adamla birlikte gittiğimiz Sayan Dağı yamacındaki dilek ağaçları ve fare heykelli su gözlerinin bulunduğu zikir alanından farklı olan bu mekan; kent içinde ve tek katlı, çok odalı prefabrik, çinko çatılı ve genişçe bahçesi ve zikir yapılan bir yerdeyiz…
Her odada bir başka Şaman Ana iş başında… Bulunduğum odanın duvarlarında asılı hayvan postları, başlıklar, kurutulmuş kurt başı, Ergenekon Destanı afişi, çıngıraklı ve renkli zikir ve dans giysileri, kırbaç ve sopalar, ceylan derisinden yapılmış düngür denen def ve ceylan ayağından tokmağı, ateş yakmak için küçük odunlar, renkli dilek ipleri, kartal kanatlı başlıklar, kımız ve ekşimiş süt, yüzerlik tütsü otları, koku ve keyf veren yakıldığında dumanı odayı kaplayan kuru bitki dalları, Benimle ilgilenen ve bana törenle her rengin anlamını açıklayan, yedi renkli ipten yapılan ve içine dileklik muskayı hazırlayıp boynuma takan Şifacı Kutsal Şaman Ana’nın üzerinde; çokça çıngıraklar takılı ve yürüdükçe sesler çıkaran, üzerindeki uzun renkli giysisi, başında uzun kartal telekli kalpağı ve elinde düngüre elindeki tokmakla vurarak meydanda, ateşin etrafında dans edip, gırtlaktan sözsüz sarkı söyleyen bir başka Şifacı kadın; bahçede yaktığı ateşin çevresinde alevlerle dans ederken ve kendi etrafında dönerken, eteği bir şemsiye ya da Mevlevi semazenlerin eteği gibi açılıp, savruluyor ve çıngırak seslerine, her vuruşta elindeki düngürden çıkan tokmağın sesi eşlik ediyordu. Şifacı Şaman Ana, zaman zaman elindeki düngürü ve tokmağı yere koyup, yanan ateşin alevleri üzerine atmak için, ahşam bir kap içinde bulunan ekşimiş mayalı sütü, dilek tutarak tahta kaşıkla önce ateşin üzerine, sonra dua okuyarak ve “küş, küş…” diye sesler çıkararak, tahta kaşıkla sütü etrafa savuruyordu. Bir miktarda kendi içiyor ve toprağın üzerine diz büküp, gırtlaktan melodik sesler çıkarıyor ve Tuvaca şarkılar söylüyordu.
Sonra beni de geleneksel Şaman giysilerine büründürüp, baçıma kartal tüylü kalpağı geçirdiler… Şifacı Şaman kadın ile birlikte ateşin etrafında dans etmeye başladık. Elimde düngür ve tokmakla gırtlaktan aynı sesleri çıkarmaya çalışıyordum. Benim başaramadığım ve vahşice aynı sesleri çıkarmayı yapamadığımı gören Şaman kadın, bana bakıyor ve ağız dolusu gülüyordu. Bense hiçbir şeye aldırmadan, ateş dansına devam ediyordum… Zaman zaman ekşimiş sütlü içecekten bana sunulan ahşap kaptan araka içiyor ve ben de onun gibi “küş, küş…” diyerek, ateşin üzerine ve çevreye doğru kalan sütleri tahta kaşıkla savuruyordum… KÖTÜ RUHLARI VE NEGATİF ENERJİYİ KOVUYORDUM… Bu seremoni uzun bir süre devam etti… Ve sonra dingin bu içsel yolcuğun ardından, dinlenmeye geçildi… Başka zaman ve alanlardaki, uzun süreli içsel yolculuklardaki yaşananların bazılarını hatırlamıyorum…
KAM ZAMANI… Bu özel gezimden anımsadığım, ilginç yaşamsal kesitler de var elbet… Altı aylık bir kış uykusuna hazırlanan Sibirya coğrafyasında; son güzden kalan ve uzaklara göz kırpan, ikindi ışıkları ile oynaşmaktayım… Orman içindeki, türkuvaz renge bürünmüş küçük gölete fırlattığım taşların sekerek karşı kıyıya erişme telaşına, ağız dolusu gülüyorum… Çığlık atarcasına Türkü çığırıyorum ve ıslık çalıyorum… Orman yankılanıyor… Gölün çevresindeki uzun ve düzgün ağaçların, aynı kalınlıktaki gövdeleri; kurşun kalem ve telgraf direklerini anımsattı… Gölün çevresi; çok ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşayan, tüm canlıların mesire yeriydi… Çok uzaklardan gelen (Anadolu coğrafyasından) beni de aralarına aldılar… “Sevgide odaklanan, kendi yoksul, gönlü varsıl olan, ben bir hiçim…” Güven içinde, çok huzurlu ve mutluydum… Uzaklardan kurt uluması sesi geliyordu… Uyandığında, beni”Devamı Yarın”