TARHANA BEKÇİSİ
-Araştırmacı yazar Ahmet Kaytancı’nın kaleminden Saimbeyli ve Torosdağlarında yaşayanların bir hikayesi:
-Bazı sözler vardır. Az söylenir çok anlaşılır. Yakınlarda “Değirmenimden Esmer Buğdaylar” adında yeni bir kitap çıkarttım. Kitabımın kapağına da “İçimden Geldi Yazdım” diye bir not düştüm.
-Gerçekten de kitabımı yazarken özel bir araştırma yapmadan; hayatımdan, çevremde olanlardan, Anadolu insanın duruluğundan, kısa hayat hikâyelerinden oluşan yazılarımı koydum.
-Esmer Buğdayları okuyup da bana ulaşan çok sayıda okurum oldu. Her okurumun dudağında bir tebessüm görmek beni de mutlu etti.
Adana TÜYAP Kitap Fuarında hiç tanımadığım bir okurum yanıma yaklaştı.
“Siz tarhana bekçisi misiniz?” dedi.
Gülümsedim. O da gülümsedi.
Gazeteye bir yazı yazmam gerekiyordu. “Değirmenimden Esmer Buğdaylar” kitabımdaki Tarhana Bekçisi başlıklı yazı aklıma geldi. Sizlerle paylaşmak istedi. Hadi birlikte okuyalım:
“Cuma namazından çıkmıştım. İlçemizin merkez camisinin hemen yanındaki parkta bir büyüğüme rastladım. Hani Beni görür görmez;
“Nasılsın tarhana bekçisi?” dedi.
Gülümsedim. Aklıma anam geldi. Rahmetli anamın tarhana yaptığı yıllar.
Her bahar obruk yaylasına çıkardık. Yaylaya bir çadır kurardık. Birkaç ineğimiz olurdu. Yayla bizim için özgürlük demekti. Elimizde sapan; kuşları kovalamak, çocukluğumuzun en güzel eğlencesiydi. O zamanlar obrukta yalnız biz olmazdık. Çukurova’nın sıcağından kurtulmak isteyenler yaylaya kaçarlardı. Çünkü Çukurova çekilmezdi o zamanlar. Klima yoktu. Buzdolabı yoktu. “Yandı Çukurova yandı” diye türküler söylenirdi. Yanan Çukurovalı çoğu zaman dağlara sığınırdı.
Obruk yaylamıza o yıllar en az 150-200 çadır kurulurdu. Kasabı, manavı, kahvehanesi, sohbet çardakları olurdu.
Rahmetli anam ineklerimizden elde ettiği yoğurdu katık yapar, katık tarhana olurdu. Tarhana, yöre insanımızın en sevdiği yemeklerdendi. Bildiğim kadarı ile tarhana; dar hane çorbasının adıydı. Rahmetli anam katıkla dövmeyi yoğurduktan sonra günde kuruması için bir beze sererdi. Tarhananın hırsızı çok olur. Kurtlar, kuşlar ve bütün haşaratlar sergideki tarhanadan bir parça almak için yarışırdı. Yalnız haşaratlar mı, çocuklar sergide kuruyan tarhanadan yürütmeye bayılırdı. Onun içinde her tarhana sergisi bekleyen bir çocuk olurdu. Tarhananın en zararlı hırsızı kargalardır. Herkesten sergiyi korursunuz ama o kargalar yok mu, kaşla göz arasında bakmışsınız sergiden tarhanayı kapmış ve kanatlarını sanki sizinle dalga geçer gibi sallayarak havalara yükselmiş.
Bana “Ne yapıyorsun tarhana bekçisi?” diye hitap eden değerli büyüğüm kıvrak zekâsı ile adeta beni imtihan etmeye başladı.
Onun o güzel ve nükteli yaklaşımına “Ne yapayım abi, kargaları ürkütüyorum” dedim.
“Kargaların ürktüğünü görüyorum. Yakından da takip ediyorum. Bir ben değil herkes tarhana bekçisini konuşuyor şimdi”
“Ne yapayım abi, sen tecrübeli adamsın… Tarhanadan mı vazgeçeyim, bekçilikten mi kaçayım?”
“Bak dinle!” dedi büyüğüm…
“Tarhana bekçiliği zor iştir. Kargaları bir türlü doyuramazsın. Tarhananın tamamını versen bile kargalar senin gözlerini oyarlar. Sadece vicdanının sesini dinle… Çocuklarına yedireceğin tarhanaları kargalara ikram etme.”
Söz yerinde ağırdır. Şükranlarımı arz ederim değerli büyüğüm… Tarhana bekçiliğine devam…”