TARSUS KİLİKYA
Tarsus Kilikya’da stratejik öneme sahip antik kentlerden biridir. Jeopolitik konumu münasebetiyle Kilikya’nın ticari ve de siyasi yapılanmasında her zaman söz sahibi olmuştur. Coğrafi konum itibariyle Tarsus, antik yolların kavşağında kurulmasının karşılığını kurulduğu yıllardan bu yana almıştır. Regma gölünün Akdeniz’e olan bağlantısı sebebiyle Tarsus bir kıyı kenti sayılmış ve deniz ticaretinde uğrak bir merkez olmuştur. Kleopatra’nın Tarsus’a gemilerle ulaştığına ait söylentilere bakıldığında gerçek yönünün olabileceği düşünülmektedir. Çünkü o yıllarda Ragma gülüne gemiler girebiliyor, Ragma’ya dökülen Kyndos ırmağı boyunca da Tarsus’un içine kadar ulaşılabiliniyordu. Kilikya’yı Konya ovasına bağlayan yol, Sertavul geçidinden sonra Mersin’i geçerek Tarsus’a ulaşır. Yine Kapadokya’yı Çukurova’ya bağlayan yol Gülek geçidiyle Tarsus’a ulaşarak Konya ovasından gelen yolla birleşir. Yapılan kazı ve incelemelerde tarihi neolitik çağlara kadar uzanan Tarsus’un bilinen ilk ismi Hitit metinlerinde Tarşa olarak okunmaktadır. Asurluların Tarzu ya da tarzı olarak tanımladığı Tarsus yine Asur’lulara göre Que krallığının da başşehridir. Arap tarihi Tarsus’un, Nuh Peygamberin oğlu Tarasis tarafından kurulduğunu söylese de antik bir söylence Kyndos Irmağı’nın ( Tarsus Çayı) denize döküldüğü yerde Kyndos’un oğlu Parthenia kendi adıyla bir kent kurdu der. Nuh Tufanı’ndan sonra suların çekilmesiyle oluşan bu yere Tersein (kurutmak) adı verilmiştir. Perslerin Tarsus’ta basılan sikkeleri üzerinde de Tarsus adına rastlanmaktadır. Tarsus’un Tevrat’ta Efsus, İncil’de Arsus, İslam kaynaklarında ise Hz. Adem Aleyhisselamın oğlu Şit Peygamber tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Tarsus adının Luvi dilinde nehir anlamına gelen Arsa sözcüğünden türetildiğini ileri sürenler daha sonra Arsa’nın Tarsos’a dönüştüğünü savunmaktaydı. Tarsos Yunan dilinde kanat anlamına gelmektedir. Yine bir efsaneye göre Pegasos bu bölgede uçarken kanadı düşerek ölmüş ve buraya kanat anlamına gelen Tarsos ismi verilmiştir.
Strabon (M.Ö.63-64. M.S.24) Tarsus’un Argos’lular tarafından kurulduğunu söyler. Tarsus’un Kyndos ırmağı tarafından ikiye bölündüğünü anlatan antik dönemin büyük gezgincisi, Tarsus halkının felsefe dahil bütün öğrenim dallarına büyük önem verdiği ve bu yüzden de Atina dahil dünyanın diğer bütün kentlerinden daha önemli bir konumda olduğunu belirtir. Tüm öğrenme meraklılarının kentin yerlisi olduğunu da belirten Strabon; yabancıların buraya sadece gezme amacıyla geldiğini söyler. Yine Tarsus’un söz söyleme sanatıyla ilgili her tür okula sahip olduğunu anlatan gezgin Sezar’ın hocası Kananites doğma büyüme Tarsuslu olduğunu ve Sezar tarafından defalarca onurlandırıldığını yazar. Marcus Antonius’un Tarsus’a bir Gymnasion görevlisi ( lise üstü üniversiteye hazırlık okulu) sözü verdiğini söyleyen Strabon daha sonra Antonius’un Gymnasion görevlisi yerine kendisinin kahramanlığı ile ilgili şiir yazan Boethos’u görevlendirdiğini, onun da devletin zeytin yağını çaldığını anlatır. Strabon’un yazdıklarına göre, Suçluluğu ispatlandığında cezalandırılmak üzere Antoius karşısına çıkan Boethos; ”Tıpkı Homeros’un Ahkileus’u, Agamemnon’u Odyseus’u övdüğü gibi bende seni övdüm. Bu yüzden senin önüne iftira türünden bir suçlamayla getirilmem büyük haksızlıktır” diye yalvarıp yakarınca Antonius suçlayıcı raporu eline alarak ” Evet ama ne Homeros ne Agamemnon’un ne de Ahkileus’un yağını çalmıştı. Sen ise bu işi yaptın. Bunun için cezalandırılacaksın. demiştir.
Shakespeare’in önemli eserlerinden ”Antonius ve Kleopatra” kitabına konu olan. Ünlü Roma generali Marcus Antonius ve Mısır kraliçesi VII Kleopatra Tarsus’ta buluşmuş, dillere desten olan aşklarının bir bölümünü Tarsus’ta yaşamışlardır.
Kentin güneybatısına düşen Gözlükule antik Tarsus’un ilk yerleşim yeri olduğu düşünülmektedir. Goldman’ın kazı raporlarında yer alan Gözlükulenin katmanlarını gösteren şemada sıralı evler ve bunların ortasında bulunan bir yol görülmektedir. M.Ö. 3000 yılına ait olduğu düşünülen bu yerleşim yerinin daha sonraki dönemlerine ait kazılarda M.Ö.2000 li yılların sonlarında Hititlere ait bir binanın ortaya çıktığını görülmektedir. Binanın içindeki bütün buluntuların Hititlere ait olduğu belgelenmiştir. Hititlerin normal kent yapısının üzerine yaptıkları tapınak diye geçen bir yapının buluntularında, III Hattuşili’nin karısı Puduheba’ya ait bir mühür baskısı ele geçmiştir. Hitit dönemine ait diğer bir buluntu ise bir bağış tabletidir. Anadoluda Hitit tabletlerinin bulunduğu yerlerin çok kıt olduğu düşünülürse, Tarsus’un o çağlarda bile ticaret yolları üzerinde olmasının hesabıyla stratejik bir merkez olduğu rahatlıkla söylenebilir.
O zamanlarda Yörede sedir ağaçlarının bulunması Fenike tüccarlarının Tarsus’ta ticari bir üs kurmasına neden olmuştur. Tarsus’un antik dönemlerdeki geçim kaynakları arasında, keten, üzüm,ve hububat geliyordu.
İ.Ö. 727722 yıllarında Asur Kralı Salmanassar zamanında Tarsus, Asur Krallığının eyaleti olmuştur.
Asur Krallığı’nın yıkılması ile İ.Ö. 612’de başkenti Tarsus olan Syennessis krallığı kurulmuştur. Ksenephon’a göre, Kilikia Kralı Syennessis’in karısı Epyaka’nın, Pers Kralı Kyros ile yakın ilişkisi olmuştur. Tarsus’taki savaştan sonra Syennessis ve Kyros arasında antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşma Kyros’un ölümü ile bozulmuştur. Kilikia’da Syennessis Krallığı İ.Ö. 401 yılına kadar devam etmiştir. İ.Ö. 401 yılından itibaren Kilikia Pers İmparatorluğu’nun eyaleti olmuştur.
YEDİ UYURLAR EFSANESİ
Yedi uyurlar efsanesi kökü çok eskilere kadar uzanan bir mitolojik hikâyedir. Dünyanın birçok yerinde birbirleriyle benzeşen yedi uyurlar efsanesine benzer hikâyeler vardır. Dünyada bu efsanenin geçtiği coğrafyaya sahip olduklarını iddia eden 33 kent bulunmaktadır. Türkiye de dört kent bu efsaneye sahip çıkarak bu mitolojik hikayenin kendi sınırları içerisinde geçtiğini iddia etmektedir. Bu şehirler Afşin, Lice, Tarsus ve Selçuk-Efes’tir.yedi uyurlar efsanesinin kökeni incelendiğinde zalim bir kral ve bu kralın zulmüne karşı koyan yedi kişiden bahsedildiğini görürüz. Dikkat çeken bir başka yönü ise konunun dinsel yönüdür. Yedi Uyurlar hikayesinin Hıristiyan versiyonunda Roma’nın pagan döneminin sonu, Hıristiyanlığın başlama döneminden bahseder. Burada zulme uğrayan Hıristiyanlığı yeni kabul etmiş halk, zulmeden ise henüz pagan inanıştan vazgeçmemiş Roma imparatorudur. Daha eskilere gidildiğinde anaerkil toplum yapısının egemen olduğu yıllarda, Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’idi. Bu daha sonra bereket tanrıçası Artemis’e dönüşüp güçlü bir kült olarak Anadolu halkı tarafından benimsendi. Böylece Anadolu’nun batısında Artemis tapınakları çoğalmaya başladı. Bu tapınaklardan en önemlisi Efes Selçuk’taki Artemis tapınağıdır. Bu inanç, zamanla krallar tarafından ticarete dönüştürülerek halkın varını yoğunu bağış adı altında zorla toplamaya kadar gitti. Tapınağa bağış yada yardım toplama işi öyle korkunç boyutlara vardı ki, halk artık bu inanıştan nefret etmeye başladı. Toplumun nefreti bölgede yeni bir din olarak Hıristiyanlığın ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu dini benimseyen kişiler birleşerek örgütlenmeye, insanları soyup işkence eden din adamlarına ve krala karşı halkı isyana çağırmaya başladılar. İsyancılar yakalandıklarında görülmemiş cezalara çarptırılarak, işkenceyle öldürülüyorlardı.
TARSUS YEDİ UYURLAR EFSANESİ
Krala karşı koyan yedi kişilik bir örgüt köpekleriyle emniyetli bir yerde saklanmak üzere mağaraya girerler. Kapıya köpekleri kıtmir’i koyarak yorgunluktan uyuya kalırlar. Kralın muhafızları Hıristiyanlığın büyüyüp taraftar toplamasından endişe ederek isyancıların saklanıp gizlenebilecekleri her mağaranın ağzını büyük kayalarla kapatırlar. Yedi kişi de ağzı kayalarla kapanan mağarada köpekleriyle birlikte yüzyıllarca sürecek derin bir uykuya dalarlar. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra bir çoban uyurların kapatıldığı mağaranın önünde sabahın erken saatinde koyunlarını otlatırken, mağaranın ağzını kapatan koca kaya dikkatini çeker. İş olsun diye kayayı yerinden biraz oynatır. Bir süre sonra güneş ortalığı tatlı tatlı ışıtırken, kayanın aralığından giren bir demet ışık ta mağaranın içini aydınlatmaya başlar. Önce köpek Kıtmir yüz yıllardır süren uykusundan uyanır ve havlamaya başlar. Köpeğin sesine uyanan Yedi Uyurlar, şaşkınlıkla etrafa bakınarak korka korka mağaradan dışarı çıkarlar. Çok acıkmış olduklarını hissederler içlerinden birine bakır birkaç para vererek kente gidip ekmek almasını söylerler. Mernuş isimli arkadaşları dağdan aşağı inerek kente girer. Etraftaki değişikliğe, her yerde karşısına çıkan Hıristiyanlığı simgeleyen haçlara bir mana veremeden bir fırınına girer. Aldığı üç beş ekmek karşılığında uzattığı paraya fırıncı hayretle bakarak ”bu paranın yüzyıllardır kullanılmadığını söyler. Mernuş iyice şaşırmış vaziyette sağa sola bakarken bir görevli gelerek onu Yuhanna kilisesinin papazına götürür. Papaza durumu anlatan Mernuş arakadaşlarıyla kaldığı mağaranın yerini gösterir. Papaz mağaradakileri dinler. Bu durumun olağanüstü bir durum olduğunu anlayarak imparatora haber yollar. İstanbul’dan yola çıkan II. Tedosyus Efese gelerek Yedi Uyurları huzuruna çağırır. Büyük bir halk topluluğunun önünde onları öven bir konuşma yaparak ödüllendirir. Hatta köpek Kıtmir’i sever okşar. ( bu olaydan Kuran’da da bahsedilir). Yedi Uyurlar köpekleri Kıtmir’le kenti gezerek incelerler. Antik dönemim yıkılmış, tahrip edilmiş tapınaklarını seyrederler. Bir zamanlar uğruna savaşlar yaptıkları parçalanmış tanrı heykellerine bakarlar. Aslında kendi dönemlerinden farklı değildir şu anki yaşam. O zamanlar antik tanrıların tapınaklarına zorla toplanan halkın varı yoğu bu seferde papazlar aracılığı ile kiliselere toplanıyordu. Kiliseler bir ticari kurum gibi çalışıyor, karşı gelenler imparatorlukça en ağır şekilde cezalandırılıyordu. Antik dönemde zulme karşı özgürlükleri için verdikleri mücadelenin hiçbir getirisi olmadığını anlayan Yedi Uyurlar, köpekleri Kıtmiri de yanlarına alarak yüz yıllarca uyudukları mağaraya geri dönerler. Mağaranın önünde özgürlük ve aydınlık günlerin özlemiyle türküler söyleyerek içeri girip zulmün olmadığı, kardeşliğin ve dostluğun yaşandığı, hak ve hukukun var olacağı günlerde uyanmak üzere derin uykularına yatarlar.
YAZAR : Muzaffer Yüksel KAYA